AYDINLATMA AKADEMİSİ

Daha fazla makale için:https://tasarimelektromarket.blogspot.com.tr/

ŞEHRİN IŞIKLARI...

Dünyanın önde gelen birçok şehri markalaşmak ve insanlarına daha yaşanabilir yaşam alanları oluşturmak adına aydınlatmaya önem vermektedir. Lyon, Saint Petersburg gibi şehirler bu alanda isim yapmış ve şehir aydınlatmalarının kalitesi ile birer marka şehir olmuşlardır. Bu çalışmalarının getirisini turizm alanında kazandıkları ile ölçebilmektedirler.” İnsanlar yüzyıllardır her zaman güzelin ve en iyinin peşinde olmuşlardır. Bunun için yaşadıkları çevrede her zaman farklılık yaratma arayışında bulunmuşlar ve hep bir adım öteyi hedef edinmişlerdir.  

Aydınlatma bir şehrin ve o şehirde yaşayan insanların yaşam kalitesini ortaya koyan ve onları özgür kılan en önemli faktördür.

Hiç şüphe yok, ki Vatandaşların şehirden gurur duymaları şehrin kimliği ile doğru orantılıdır.   Aydınlatma, kentin ana konularından biri olmakla birlikte, enerji verimliliği, emniyet ve kültürel miras gibi ilgili konularda, her bir bölgenin özel gereksinimlerine uygun bir şekilde aydınlatma yapılmasıdır.

  Buradaki amaç; yenilikçi teknoloji çözümleri için yaşayan bir laboratuvar ve akıllı bir kent ile vatandaşlarının yaşam kalitesini sürekli olarak iyileştiren bir şehir olmaktır. Yenilikçi genel aydınlatma çözümleri ile şehrin yaşam kalitesini iyileştirmektir.

 Dolayısıyla aydınlatma şehrin güçlü yönlerini ortaya çıkarır. Sıcak bir şehir olarak, insan ölçeğinde işlevsellik ve deneyimi bir araya getiren hoş bir ortam sunacaktır.kamu alanlarını kullanan herkes için hareketliliği kolaylaştır. Şehre akşamları davetkar bir ortam algısı Sağlar. Aydınlatılmış kentler nitelikli emniyetli ve çekicidir. Vatandaşlar kendilerini huzurda ve güvende hissederler. İnsanlar yaşadıkları kentlerle duygusal bağlar kurarlar ve bu bağın en önemli kriterlerinden biri o şehrin ışıklarıdır.

.

 

 

Teknolojinin ortaya koyduğu en büyük gelişmelerden biri olan ampulün icat edilmesinin üzerinden yaklaşık 157 yıl geçti. İnsanların tatil için uzaya gittiği bu günlerde, ampul artık ışıklandırmanın atası sayılırken, onun gibi "ışık üreten"; evleri, binaları, kentleri aydınlatan ve gece gösterilerinin düzenlenmesini sağlayan yeni teknolojiler geliştirildi

 

Aydınlatma, kesin tanımı ile, nesnelere, çevrelerine ve küçük ya da büyük bölgelere, bunların görülebilmesi için, ışık uygulamaktır. Aydınlatma sistemleri, bir kenti geleceğe taşıyacak en önemli araçlardandır. Kent aydınlatması günümüzde, eskiden olduğu gibi yalnızca güvenlik koşullarını kapsayan yaya ve araç trafik yollarının aydınlatılması ile kalmayıp, kenti gerek kullanım, gerekse estetik yönden çekici kılacak aydınlatma düzenlerinin kurulmasını kapsamaktadır.

Aydınlatılan kentsel değerler, içinde bulundukları kent bölümünün görünüşünü daha anlamlı ve etkili kılarlar. Kentin karakterini belirleyen kentsel değerlerin aydınlatılması, yalnızca aydınlatılan konunun görünmesini sağlamaz, konunun mimari özelliklerinin, biçimlenişinin ve işlevinin de ortaya çıkmasını sağlar.

Kent aydınlatması işlevsel aydınlatma ve mimari aydınlatma olarak iki ayrı başlıkta ele alınır. İşlevsel aydınlatma güvenlik, ulaşım, spor alanları, sanayi bölgeleri ve ticaret alanları, mimari aydınlatma ise yapılar, sanat yapıtları, mühendislik yapıtları, peyzaj mimarlığı ve yaya alanlarıdır.

İşlevsel aydınlatmada amaç, söz konusu eylemin en kısa sürede, en güvenli ve en iyi şekilde yapılmasını sağlamaktır. Bu durumda yapılan aydınlatmada yol ve çevre görünürlüğü artırılarak sürücülerin güvenli bir şekilde ulaşım yapmaları sağlanır. Bu gibi mekânlarda olabildiğince düzgün yayılmış bir aydınlık oluşturabilen düzenlerin kurulması yeterlidir.

Mimari aydınlatma alanlarında ise estetiği ön planda tutan, kente özgü yerel kimliği koruyan, kenti güzelleştirmeyi amaçlayan bir aydınlatma tasarımı hedeflenmelidir.

Sonuç olarak şehirlerin geleceği ve marka değerleri, aydınlatmaya verdikleri önem kadar değer kazanacaktır. Şehrin paydaşları geleceğe daha güvenle bakacaktır.

 

               Doygun renkli ışığa maruz kalmayı yeniden düşünmek

 

Kırmızı ve mavi ışık dozları, gündüz uyanıklığını ve gece uykusunu artırmak için bir araç olabilir.

Rengin algılanması ışıkla başlar. Tek bir cone fotopigment molekülü bir fotonu emer ve onun başka bir molekül haline dönüşmesine sebep olan izomerizasyona yol açan bir dizi eylem başlatır. İnsan retinasındaki cone fotoreseptörleri rengin algılanmasından sorumludur ve hassas oldukları ışık dalga boylarına göre sınıflandırılmışlardır; uzun (L), orta (M) veya kısa (S). Cone fotoreseptör duyarlılığı, belirli bir dalga boyu ışığını emme olasılığı ile belirlenir. Örneğin, bir S cone’u muhtemelen bir L cone’undan daha fazla mavi ışığı emme olasılığına sahiptir.

 

Işığın iki temel fiziksel özelliği rengin algılanması sürecine katılır; dalga boyu ve güç. Belli bir kaynaktan çıkan görünür spektrumda (yaklaşık 380 nanometre ila 780 nanometre arasında değişen) her dalga boyundaki ışık gücü bir ışık kaynağının spektral güç dağılımıyla hesaplanır. Güç, her dalga boyundaki ışığın birim zamanda belirli bir yere ulaştığı miktar ölçüsüdür. Bununla birlikte, fotoreseptörler açısından, dalga boyu ve ışık seviyeleri değiştirilebilir. Başka bir deyişle, bireysel fotoreseptörler dalga boyuna “kör”dür ve izomerizasyonda emilen fotonun dalga boyu ne olursa olsun aynıdır. Çünkü bir fotoreseptör foton sayar ve ortaya çıkan izomerizasyon sayısı, fotonun emilme olasılığı (ışık dalgaboyu), foto reseptörüne ulaşan foton sayısı (ışık miktarı), foton oranındaki değişime bağlı olarak değişir. Fotoreseptör tarafından emilim, dalga boyundaki veya ışık miktarındaki değişimlerden kaynaklanabilir.

Bu nedenle, herhangi bir fiziksel dalga boyuna renk tayin etmek hatalı olur çünkü bu gördüğümüz renklerin belirli bir dalga boyunun özellikleri olduğunu ima eder. Rensselaer Politeknik Enstitüsü Aydınlatma Araştırmaları Merkezi (LRC) profesörü ve renk görüş uzmanı Mark Rea, “Renk, hayal gücümüzün pigmentidir” diye durumu açıklar.

 

Bir foton, fotoreseptörü tarafından emildikten sonra retinada işlem yapılır ve izomerizasyondan kaynaklanan nörokimyasal sinyaller, retina bipolar hücrelerindeki 3 farklı sinir kanalında birleştirilir. Bu kanallardan biri (L artı M cone tepkileri) renksizdir. Diğer ikisi renk rakibinin renk kanallarıdır; maviye karşı sarı veya b-y (S cone – [L artı M] cone tepkileri); ve kırmızıya karşı yeşil veya r-g (L eksi M cone tepkileri). Aydınlık ve karanlıktaki değişimlere tepki veren renksiz kanal, aynı zamanda bir parlaklık kanalı olarak da adlandırılır.

Kromatik kanallar spektral olarak rakiptir, yani bir rengin tepkileri diğer rengin tepkisinden çıkarılır. Karşıt renklerin hiçbiri asla birlikte algılanmaz -yani biz yeşilimsi-kırmızı veya sarımsı-mavi diye bir renk algılayamayız. L cone ve M cone girdileri eşit olduğunda “beyaz” görürüz ve bipolar nöronlar tarafından hiçbir renk tonu bilgisi oluşturulmaz. L cone ve M konudan net-toplam sinyali pozitif olduğunda, bipolar nöron kırmızı sinyal verir; net-toplam sinyal negatif olduğunda, bipolar nöron yeşil sinyalleri verir. Bu spektral rakip bilgileri ganglion hücre katmanına geçirilir ve daha sonra işleme tabi tutulması için beyne iletilir.

Renkli ışığın görsel olmayan etkileri
Renk, görsel bir algıdır ve fiziksel bir mülk değildir. Renkli ışığın görünmez etkileri üzerine bir tartışma size mantıksız gelebilir. Bununla birlikte, renkli ışığın görünmez olmayan etkileri, yine de, dar bantlı ışık uyaranlarının, beynin sinir kanallarında görmeden bağımsız yanıtları uyandıran retina üzerindeki etkisi olarak tanımlanabilir. Işık üzerinde en çok çalışılan görsel olmayan yanıtlardan biri sirkadiyen sistemidir. Retina üzerindeki 24 saatlik açık-koyu renk desenleri vücudumuzun biyolojik saatinin zamanlamasını kontrol eder, bu da gündüz uyanık olduğumuzda ve gece uyurken sirkadiyen ritmimizi üretir ve düzenler. Harici ipuçlarının olmaması durumunda sirkadiyen ritmimiz yaklaşık 24.2 saatlik yani günden biraz uzun bir döngüde çalışır. Biyolojik saatimizi sıfırlamak ve bizi belirli bir saat dilimi ile senkronize etmek veya tutmak için sabah ışığını her gün almamız gerekir.

Faydayı artırabilmek için araştırmacılar genellikle sirkadiyen etkili ışığın sabahları akşama göre daha çok alınmasını önerirler. Bunun nedeni, aynı ışık uyaranına benzer şekilde cevap veren görsel sistemin aksine, belirli bir ışık uyaranı günün farklı zamanlarında uygulandığında sirkadiyen ritimlerimiz üzerinde farklı etkilere sahip olacak olmasıdır. Örneğin, sabah ışığı sirkadiyen sistemin döngüsünü ilerletebilir ve daha erken uyku ve uyanma sürelerine neden olabilir. Öte yandan, ışığın akşam deneyimlenmesi ise sirkadiyen ritmi erteleyebilir ve daha geç uyku ve uyanma zamanlarına neden olabilir. Saatinin 24.2 saatlik bir döngüde çalıştığı göz önüne alındığında, günlük saatin ilerlemesi gerekir; bu nedenle sabah ışığı bizim için önemlidir.

 

Tunable white (Ayarlanabilir beyaz) aydınlatma sistemleri daha yaygın hale geldikçe, tavsiye edilen genellikle gün içinde 5000K ila 6500K renk sıcaklıklarının kullanımı ve akşamları 2700K veya daha düşük renk sıcaklıklarının kullanımı şeklindedir. Bu öneriler iyi bir başlangıç ​​olabilecekken şuna dikkat etmelidir; çok renkli ışıkla ilgili olarak spektrumun 6500K’dan 2700K’ya değiştirilmesi sirkadiyen etkinliği artırır ancak düşük miktarda. Sirkadiyen sistemi etkinleştirmek için gereken minimum ışık miktarını belirlemek de önemlidir. Genel olarak sirkadiyen sistem görsel sisteme kıyasla ışığa karşı daha az duyarlıdır. LRC, saha çalışmalarımızın birçoğunda yapılı çevredeki ışık seviyelerinin sirkadiyen sistemin aktivasyonu için gereken eşikte veya altında olduğunu göstermiştir. Buradan sağlık ile ilgili iki sonuca ulaşılabilir: Birincisi, insanlar sirkadiyen ritme etkileyecek miktarda sabah ışığı almıyor olabilirler. İkincisi ise, gün boyunca sirkadiyen etkili ışığın düşük seviyelerde kalması sebebiyle, gece herhangi bir ışığa kalmanın etkisinin – parlak, kendi kendine aydınlanan ekranlarımız da dahil – artması ile sonuçlanabilir.

Işık seviyesi ve spektrumlarını düşünürken beyaz ışığın ötesini düşünün. Örneğin, kişinin korneasında 30 lux doymuş mavi ışık (tepe dalga boyu = 470 nanometre) sağlayan masaüstü aydınlatma kullanmayı seçerseniz, sirkadiyen sistem üzerindeki etkisi, ya 400 lux bir 6500K kaynak vermeye benzer ya da korneada 2700K’lık bir kaynaktan 550 lükse. Bu nedenle daha mavimsi beyaz bir ışık sunmak için spektrumun ayarlanması enerji açısından verimli olurken, doymuş mavi renkli ışığın kullanılması, sirkadiyen ritmde aynı uyarım düzeyini sunabilmek için 10 kattan daha etkili olur.

Işığın daha az anlaşılan ama daha az önemli olmayan görünmez etkisi, aslında uyanıklığa etkisidir. Bu bağlamda, yüksek çevresel farkındalığa sahip olma olarak adlandırabileceğimiz dikkat, sirkadiyen zamanlama sistemi (sirkadyal süreç) ile uyanık kalma süresi (homeostatik bir süreç) arasındaki etkileşimle düzenlenir. Sirkadiyen süreç belirttiğimiz gibi retina üzerine gelen 24 saat açık-koyu desenlerle günlük olarak çevre ile senkronize edilen endojen sirkadyum pacemaker tarafından düzenlenir. Günük ritmde sirkadiyen süreç gün boyunca uyanıklığı artırır ve geceleri azaltır. Öte yandan homeostatik süreç uyanık saatlerin sayısı arttıkça uyku basıncını biriktirir.

Bugüne kadar yapılan çoğu çalışmada, ışığın uyarı etkileri sadece geceleri ve karanlık koşullar altında üretilen bir hormon olan melatonini bastırma yetenekleriyle bağlantılıydı. Artık kabul edildiği gibi melatonin bastırması ile ölçülen sirkadiyen sistem kısa dalga boyundaki “mavi” ışığa karşı maksimum duyarlı iken uzun dalga boyundaki “kırmızı” ışığa duyarlı değil. Başka bir deyişle ışık melatonini bastırır ve beyni dikkatli olması gereken gündüzün devam ettiğine inandırır. Bununla birlikte LRC tarafından yapılan son araştırmalar, karanlığa kıyasla, hem kısa dalga boyuna (doymuş mavi renkli) hem de uzun dalga boyuna (doymuş kırmızı renkli) sahip ışığa maruz kalmak gece dikkatini artırıyor. Ancak sadece kısa dalga boyları melatonini bastırıyor.

Bu bulgular ışığın geceleri uyanıklığı etkilemesi için melatonin bastırmanın gerekli olmadığını ve işlevsel manyetik rezonans görüntüleme yöntemini kullanarak gündüz ışınlarına maruz kalmanın beyin aktivitesine etkilerini ölçen çalışmalarla uyumlu olduğunu düşündürür. Beyaz polikromatik ve kısa dalga boylu ışığa maruz kalmanın, gündüz melatonin düzeyleri düşük olduğunda, dikkate katkı yaptığı görülmüştür. Bu araştırmayı destekleyen LRC’nin çalışmaları ayrıca, doymuş kırmızı ışığın gündüz boyunca, özellikle de öğlen yemeği sonrası performasın en düşük olduğu anda etkili olduğunu göstermiştir. LRC’de halen devam etmekte olan bir araştırma ise, doymuş kırmızı ışığın beyaz polikromatik ışıkla etkisini araştırıyor. Ayrıca, LRC olarak bizler, doymuş ışık renklerinin bu akut uyarıcı etkileriyle ilişkili beyin mekanizmalarına bakmak için de bir dizi çalışma başlattık.

Doygun renkli ışık nasıl kullanılır
Geçtiğimiz on yılda tunable white (ayarlanabilir beyaz) aydınlatma sistemlerinin giderek yaygınlaşması ile aydınlatma tasarımcıları sadece ışık seviyesi ve spektrum üzerine düşünmeye başladılar. Halbuki sirkadiyen ritme etki etmeyi ve dikkati artıracak başka yöntemler de olduğunu unuttular. Peki tavana monte edilmiş tunable white aydınlatma sistemlerinin ötesinde nasıl düşünmeye başlayabiliriz?

Başlamak için iyi bir yer öncelikle bir adım geri atmak ve mekanı farklı katmandaki ışıklar ile doldurmak olabilir. Bu sadece enerji verimliliği ve görsel performans için değil, aynı zamanda bu katmanlar dikkate de etki edebilir. Ve burada sirkadiyen ritmi uyaranın kornea’daki ışık olduğu hatırlanarak sadece yatay aydınlatmanın (çalışma alanındaki ışık) değil dikey aydınlığın da (korneada ışık) dikkate alınması önemlidir. Gözü uyarmak bir pencerenin yanına oturmak veya masaüstüne monte edilmiş kendinden aydınlatmalı LED ışık panelleri kurmak kadar basit olabilir. Ancak ışık tavandan gelmek zorunda değildir. Tavan aydınlatma armatürlerini kullanmayı seçerseniz, ışığın dağılımının, yatay ve dikey aydınlatmaların oranının en az 7:10 olacağından emin olun.
Örneğin, dikkati yukarıda tutmak ve sirkadiyen ritmini düzenlemek için, günün erken saatlerinde göz seviyesinde doymuş mavi (470 nanometre) bir ışık yayan bir LED paneli kullanılırken, Öte yandan, öğle sonrası için bir fincan kahve gibi etki edecek bir doymuş kırmızı (640 nanometre) LED paneli kullanılabilir. Veya eğer bu özel tasarım, pratik ya da uygulanabilir değil gibi görünüyorsa basit bir kırmızı veya mavi ışık kutusu takılabilir. Başka bir seçenek ise, alanın bir kısmına kullanıcıların sabah saatlerinde sınırlı dozda alacağı “hafif bir vaha” alanır kurmak olacaktır.

Aynı zamanda zamanlama ve süre de burada önem arz ediyor. Sirkadiyen etkili aydınlatma tasarımı tartışmaları bazen bu faktörleri göz ardı edebilmekte, hatta bir o kadar önemli olan kişinin bu tip ışıklara maruz kalma geçmişi ile de bağ kurmamaktadır.

Sonuç olarak, ayarlanabilir aydınlatma sistemleri, kullanıcılar için estetik açıdan hoş bir çevre yaratan dinamik bir aydınlatma çözümü sunarken sirkadiyen etkili aydınlatma söz konusu olduğunda, kornea düzleminde göze ulaşan doymuş renkli ışık katmanları, tavandan gelen beyaz ışığa göre çok daha etkili olacaktır. Bu da daha büyük enerji tasarruflu sağlayan, rahat, düşük maliyetli ve estetik açıdan hoş tasarımlı bir çözüm olabilir. Bu yüzden bir sonraki tasarımınızda hayal gücünüzün pigmentini kullanın ve renkli ışığı düşünün.

Haber kaynağı: http://www.archlighting.com/technology/rethinking-exposure-to-saturated-colored-light_o

3 minutes ago,  tarafından yayınlandı

  

 

           Bükülmüş” ışık kablosuz iletişim için yeni bir yol açabilir mi?


Bilim adamları, fiber optiğin önüne geçecek, kablosuz, yüksek kapasiteli bir veri iletimi biçimi olarak “bükümlü” ışığı kullanmaya yönelik önemli bir adım attı. Science Advances dergisinde yayınlanan yeni bir raporda, İngiltere, Almanya, Yeni Zelanda ve Kanada’da bulunan bir fizik ekibi, “optik açısal momentum” (OAM) ile ilgili yeni araştırmaların, açık alanlardaki bükülmüş ışık kullanımı ile ilgili mevcut zorlukların üstesinden gelebileceğini anlatıyor.

Bilim insanları, fotonlara, optik açısal momentum olarak bilinen bir bükülme vererek, bir kredi kartındaki fotonlara benzer özel bir hologramın içerisinden geçirerek fotonları – bireysel ışık parçacıkları– “bükebiliyor”. Geleneksel dijital iletişimler, fotonları bilgi olarak taşımak için birler ve sıfırlar kullanırken, fotonların iç içe geçmiş kat sayıları, ilave veriler taşımasına izin verir; bunlar, sıfırların yanına harf eklemeye benzer. Bükülmüş fotonların ek bilgi taşıma kabiliyeti, optik açısal momentumun daha yüksek bant genişliği iletişim teknolojileri yaratma potansiyeline sahip olduğu anlamına gelir. Kablolar arasında veri iletmek için optik açısal momentum teknikleri zaten kullanılmış olsa da, bükülmüş ışıkların açık alanlara iletilmesi bugüne kadar bilim insanları için daha zorlu olmuştu. Açık alanlardaki atmosfer basıncındaki basit değişiklikler bile ışık saçan kirişleri dağıtabilir ve spin bilgisinin kaybolmasına neden olabilir.

Araştırmacılar, kuantum bilgi aktarımının bu kiplerinin canlılığını değerlendirmek için, kentsel bir çevrede gerçek bir bağlantı üzerinden OAM taşıyan ışığın fazı ve yoğunluğu üzerindeki etkilerini inceledi.

Almanya’nın Erlangen kentindeki serbest uzay bağlantısı, uzaydaki bilgi aktarımını bozan kentsel bir ortamı ve atmosferdeki türbülansı simüle etmek için alanların ve sokakların ve yüksek binaların yakınından geçerek 1.6 km uzunluğunda bir yol katetti.

Bu alan testlerini gerçek bir kentsel çevrede yürütmek, sistemlerin piyasada bulunabilmesi için aşılması gereken heyecan verici yeni zorlukları ortaya koydu. Önceki çalışmalar, OAM iletişim sistemlerinin uygulanabilir olma potansiyelini belirtmişti ancak bu uzunluğun bağlantıları üzerinden iletilen yapılandırılmış ışığın fazındaki türbülanslı havanın etkilerini tam olarak karakterize etmemişti.

Glasgow Üniversitesi’nde Yapısal Fotonik Araştırma Grubu başkanı Dr. Martin Lavery, ekibin araştırma makalesinin baş yazarı. Dr Lavery “Global veri tüketiminin üstel bir hızla büyüdüğü bir çağda, dünyanın dört bir yanındaki verilerin çoğunu takip edebilmek için yeni bilgi taşıma yöntemleri keşfetmek için zorlanma var. Alanı boyunca kablosuz olarak veri iletimi yapabilen eksiksiz, çalışan bir optik açısal momentum iletişim sistemi, dünyadaki gelişmekte olan ülkeler, savunma sistemleri ve şehirler için çevrimiçi erişimi dönüştürme potansiyeline sahip. Serbest alan optiği, potansiyel olarak bize fiber bant genişliği verebilecek ancak fiziksel kablolama gerekmeden uygulanabilecek bir çözüm. Bu çalışma gömülü fiber optik bağlantılarına daha ucuz, daha erişilebilir bir alternatif olabilecek, yüksek boyutlu boş alan optiklerine doğru yolculuğun ilerisinde hayati önlemler alıyor ve bu deneyde kullanılan türbülanslı atmosfer, şekillendirilmiş faz cephelerinin kırılganlığının altını çiziyor özellikle de bu yüksek bant genişliği veri aktarımlarının ayrılmaz bir parçası oluyor. Gelecekteki uyarlanabilir optik sistemlerin çözmesi gereken zorluklar var. Bu yeni gelişmelerle, kanal modellemesine yaklaşımlarımızı ve adaptif optik sistemlerdeki gereksinim yerlerini yeniden düşünebileceğimizden eminiz. Gerçek bir kentsel ortamda konuşlandırılacak OAM iletişimlerini geliştirmeye her zamankinden daha da yaklaşıyoruz. Ele alınması gereken konularda ve karar doğrultusunda nasıl ilerleyeceğimiz hakkında konuşmaya başlamak istiyoruz.” açıklamasıyla konuyla ilgili bilgiyi paylaştı.

Haber kaynağı: http://www.arc-magazine.com/twisted-light-could-illuminate-new-path-for-wireless-communications

 

 tarafından yayınlandı

  

 

          Aydınlatma tasarımında karanlığın önemi; Kontrastın gücü

Metin: Paul Nulty

Karanlığın aydınlatma tasarımıyla ilişkili olarak düşünülmesi her ne kadar alışılmadık olsa da, bence, çalıştığımız veya çalışacağımız herhangi bir armatür, malzeme ya da kontrol sisteminden çok daha önemli.

Bu nokta da apaçık ortada olan noktalara değinerek biraz felsefe yapabilirim, mesela karanlık olmadan ışık olmaz vb ama eminim ki bunların hepsini daha önce duydunuz. Buna rağmen, mum ışığı altında aydınlatılmış bir oda ya da ay ışığı altında bir kırsal alanı deneyimleyen herkesin söyleyebileceği gibi, karanlık bir mekanda ışığın etkisi inanılmaz olabilir.

Aydınlatmayı başka bir görsel tasarım biçimi ile karşılaştıracak olsaydınız – ki amaca uygun olması için grafik tasarım diyelim – aydınlatılmamış alan boş bir sayfayı, ışık ise tasarımcının kalemi veya fırçasını temsil edecekti.

Herhangi iyi bir grafik tasarımcının işaret edeceği gibi tuval üzerine bırakılan negatif boşluk, izlerini bırakmak istedikleri alan kadar önemlidir. Eğer aydınlatmaya da bu açıdan bakarsak, aydınlatmamayı seçtiğiniz alanların aydınlattıklarınızla eşit derecede önemli olduğu açıktır.

Karanlığın mükemmel şekilde kullanılabileceğine iyi bir örnek, Kraliçe Elizabeth Olimpiyat Parkı’dır. Park, benim için muhteşem bir peyzaj tasarımını temsil ediyor ancak ne zamanki gün batımı ile beraber aydınlık ve karanlık devreye giriyor, bölge ancak o zaman hayat buluyor. Tasarım, dikkatlice uygulanan ve mekanı tamamen dönüştüren ışığı ile inanılmaz samimi bir ortam yaratıyor.

Aydınlatma planı her şeyi aydınlatmaya çalışmıyor, hatta alanın büyük bir kısmı göreli olarak karanlıkta kalıyor. Ve buna rağmen, mekan size güvenilir, misafirperver ve hatta oyuncu hissettiriyor. Sarkıt armatürlerin çarpık efekti ile birlikte odaklanmış aydınlatma havuzları, ışık ve gölgeyle oynuyor ve yarattığı atmosfer ilginç. Ve bu insanları içeri doğru ilerlemeye ve keşfetmeye teşvik ediyor.

Maalesef, kamusal yönergeler ve yönetmelikler daha yüksek aydınlatma seviyeleri ve homojenliği ön plana çıkardıkça, yapılı çevrede karanlığa sahip olmak her geçen gün zorlaşıyor.

Karanlıktan faydalanma olanakları bulma, artan kontrast kullanımı ya da sadece bir yüzeyin hiç aydınlatılmamasının seçilmesi, aydınlatma tasarımının kendisidir.

Karanlık, aydınlatmanın vazgeçilmez bir parçasıdır ve herhangi bir alanın aydınlatılmasını göz önüne getirirken göz ardı edilmemelidir.

Nasıl gündüz uygulanacak bir havai fişek gösterisi tüm etkisini yitirirse, bir aydınlatma tasarımı da, küçük de olsa bir karanlık olmadan tam potansiyeline asla erişemez.

Haber kaynağı: https://www.linkedin.com/pulse/importance-darkness-lighting-design-paul-nulty

  tarafından yayınlandı

  

 

 

Dış aydınlatmada LED’e dönüşüm tamamen geri tepti

 

Enerji tüketimini azaltmak için dünya genelinde birçok ülke dış mekan LED aydınlatmasına geçiyor. Ancak yeni araştırmalara göre bu katı hal çözüm beklenen enerji tasarrufunu sağlamadığı gibi ve daha kötüsü, her zamankinden daha fazla ışık kirliliği yarattı.

Uluslararası bilim adamları ekibi uydu tabanlı sensörleri kullanarak gezegenimizin yüzeyinin gece aydınlık ya da karanlık olup olmadığını anlamak ve LED’lerin küresel ölçekte enerji tasarrufu sağlayıp sağlamadığını belirlemek için uğraşıyordu. LED’lerOLED’ler ve PLED’ler gibi katı hal aydınlatmanın devreye girmesiyle geleneksel aydınlatmadan – elektrikli filamentler, gaz ve plazma gibi – geçişin büyük enerji tasarrufu sağlayacağı düşünülüyordu ve umutlar bu doğrultudaydı. Bununla birlikte, son araştırmalara göre LED’lerin kullanımı pek çok bölgede enerji tasarrufu nedeniyle daha fazla ışık kullanmayı seçen bir “geri tepme” etkisi yarattı.

Gerçekten de yeni sonuçların gösterdiği gibi son birkaç yıl içinde dünya genelinde dış aydınlatma miktarı arttı. Araştırmacılar yeni yayınlanan çalışmayla Avrupa’nın yarısı ve Kuzey Amerika’nın dörtte birinde büyük ölçüde bir “gece” kaybına dikkat çekiyor.
Bu sonuca Suomi NPP hava uydusunda bulunan Day-Night-Band (DNB) enstrümanı tarafından toplanan yüksek çözünürlüklü görüntüleri analiz ettikten sonra ulaşıldı. Bu sensör 2.460 feet (750 metre) uzaysal çözünürlüğe sahip ve 500-900 nm aralığında “görünebilir” (insanların 400-700 nm aralığında gördüğü düşünülürse). Geleneksel lambalar DNB’nin algılayabileceği kızılötesi ışık da yayarlar ve LED’ler ise sensörün göremediği çokça mavi ışık üretirler. Şehirler dış mekan ışıklarını LED’e geçirdikçe bilim adamları uydu tarafından gözlemlenen ışığın azaldığını gördüler. (ki bu da insan gözünün parlaklığının aynı gözüktüğü anlamına gelir).

Tüm bu çalışmanın sonucunda aydınlatma sağlanmış olsa da veriler küresel ölçekte LED’lerin dış mekan aydınlatma uygulamaları için enerji tasarrufu sağladığı hipoteziyle tutarlı olamadı.

Daha önce de belirtildiği gibi DRB insanların görebileceği düşük dalga boylu mavi ışığı algılayamıyor. Dolayısıyla, gezegenimizin özellikle zengin bölümlerinde LED’e geçişle algılanan ışığın azalması gerekir. Ancak azalmak bir yana aynı seviyede kalıp bazı durumlarda arttı bile.

Bu çalışma önemli, çünkü tahmin edilen 2 konuyu destekliyor. Işık kirliliğinin oranı dünya çapında artıyor ve dış aydınlatmada eski teknolojilerden LED’ye geçmek beklendiği gibi kullanılan enerjinin azalmasına yardımcı olmuyor.

Gece fazla kullanılan aydınlatma hayvanlara, bitkilere ve mikroorganizmalara zarar veren ciddi bir çevre kirleticisi olarak düşünülür. Ancak insan sağlığı için de kötü çünkü metabolik bozukluklara yol açan biyolojik sirkadiyen ritmi de bozuyor.

Yeni çalışmayla bağlantılı olmayan Exeter Üniversitesi’nden topluluk ekolojisti Thomas Davies, geceleri yapay ışığın küresel olarak yaygın bir kirletici olmasının sır olmadığını söylüyor ancak genişleme hızını tahmin etmek teknik olarak çok zor. Araştırmacılar bu sorunun çözümünün aslında oldukça basit olduğunu söylüyor ve geceleyin ışıkla olan ilişkimizi aşamalı olarak değiştirmemizi istiyorlar.

Dış aydınlatma armatürlerinin yukarı ışık atmayacak şekilde dönüştürülmesi tek başına problemi %50 azaltabilir. Yani bu, doğrudan ufukta ışık yayılmadığı anlamına geliyor. Armatürleri düzgün tasarlar ve sadece gerekli yere ışık atmaları sağlanabilirse ışık kirliliğini daha da azaltabiliriz. Son olarak, renk sıcaklığı daha düşük ışık kaynakları seçerek, mümkün olduğunca az kısa dalga boylu (mavi) ışığı yaymalarını sağlayarak ışıklarımızın biyolojik zararını azaltabiliriz ama bu değişiklikleri gerçekleştirmenin en etkili yolu kamu politikası, bu nedenle bu ilkelerin tüm dünyadaki yerel, bölgesel ve ulusal yasalara dönüştürülmesini teşvik etmeliyiz.

Haber kaynağı: https://gizmodo.com/the-switch-to-outdoor-led-lighting-has-completely-backf-182065

 tarafından yayınlandı

  

 

 

ELVEDA KARANLIK...

İnsanlık tarihinin büyük kısmında gece tümüyle karanlık demekti. Ancak bu durum artık değişti. Araştırmacılar, gezegenimizin yapay olarak aydınlatılmış gece yüzeyinin dünyanın birçok ülkesinde boyut ve parlaklık açısından hızla büyüdüğünü söylüyor.

Yakın zamanda Science Advances dergisinde yayınlanan bir araştırmada, dünyanın yapay olarak aydınlatılan açık alanlarının 2012’den 2016’ya yılda % 2.2 oranında arttığı belirlendi. 79 ülkede – özellikle Güney Amerika, Asya ve Afrika’da – gece parlaklığında bir artış yaşandı ancak Yemen ve Suriye gibi savaş felaketi yaşanan ülkeler dahil 16 ülkenin aydınlatması ise azaldı. ABD de dahil 39 ülkede uzaydan görünen parlaklık aynı kaldı.

Yine aynı araştırmaya göre, yapay ışık gece avlanan hayvanlar için tehlike oluşturuyor ve bitkiler ile mikroorganizmaları etkileyen çevresel bir kirletici konumunda. Leibniz’in Almanya’daki Tatlısu Ekolojisi ve İç Balıkçılık Enstitüsünün araştırmacısı Franz Holker, gece ışığının bakterilerden memelilere, insanlar dahil birçok organizma için ekolojik ve evrimsel etkilere sahip olduğunu ve bu yeni gücün tüm sosyal ekolojik sistemleri yeniden şekillendirebileceğini söylüyor.

Dünya çapında ışık kirliliği ile mücadele eden bir organizasyon olan International Dark-Sky Association’a göre yapay ışığın geceleri artması ve yaygınlaşması sadece evren görüşümüzü bozmakla kalmıyor, aynı zamanda tükettiklerimiz üzerinde de olumsuz etkisi var ve çevremizi, güvenliğimizi, sağlığımızı, enerjimizi de negatif yönde etkiliyor.

Işık kirliliğindeki artışlar neredeyse her yerde görülürken Arizona Devlet Üniversitesi’nde yeryüzü ve uzay araştırması profesörü olan Kip Hodges, “yüksek verimli, katı hal LED aydınlatma teknolojilerinin artan kullanılabilirliğinin dünya çapında enerji tüketiminin azalmasına katkıda bulunabileceğini umduğumuz için büyümenin hayal kırıklığı yarattığını söyledi. Ancak Hodges “bunun yerine, yapay aydınlatma kullanımının kullanılan aydınlatma teknolojilerine bakılmaksızın enerji talebini artıracak şekilde genişlediği görülüyor” diyerek durumu açıklığa kavuşturdu.

Bilim adamları, ABD’nin kutup yörüngelerindeki uyduların birinden alınan görüntüleri, gece ışığında geçen zaman içindeki değişimleri incelemek için kullandılar. Ekim 2012’den Ekim 2016’ya kadar alınan görüntüler karşılaştırıldı. Bulgular, daha fazla enerji tasarrufu olan aydınlatmanın küresel veya en azından bir ulusal ölçekte kullanımını azaltacağı yönündeki uzun zamandır devam eden görüşlere ters düşüyor.

Yalnız başka bir sorun daha var. Işık değişimlerini tespit etmek için kullanılan uydu, 500 nm altına, yani mavi ışığa nispeten daha duyarsız. Beyaz LED ışığı ise mavi renk açısından zengin ve bu nedenle LED’lerin daha az algılandığı söylenebilir. Bu durum, bu çalışmada dünya çapında ışık kirliliği sorununun hafife alınmış olması sonucunu yaratır mı?

Kyba ve arkadaşları, ışık kirliliğini azaltmak için mümkün olduğunca kamaşma önleyici aparatları bulunan armatürleri kullanmayı öneriyorlar – ve sözde beyaz LED’ler yerine amber seçiyorlar – ve otoparklar veya sokaklar gibi yerleri aydınlatmanın daha etkili yollarını buluyorlar. Örneğin, daha az güçlü ve birbirine yakın ışıklar, daha yüksek mesafelerdeki daha parlak parlak ışıklardan daha iyi görünürlük sağlıyor.

Yönetici direktör J. Scott Feierabend, bugün yapılan çalışmaların şimdiye kadar bilineni doğruladığını, ümidinin, bu sonuçların geceleri kontrolsüz yapay ışığın olumsuz etkileri konusunda durumun ciddiyetinin algılanmasına katkı sağlaması olduğunu söylüyor.

Haber kaynağı: https://www.usatoday.com/story/tech/science/2017/11/22/farewell-night-light-pollution-reducing-darkness-worldwide/888786001/

  tarafından yayınlandı

  

 

 

Işık Kirliliği her sene artıyor ve bu insan sağlığı için kötü haber

Toplumun geceleri aydınlatma yeteneği kadar zenginlik ve ilerlemeyi takip eden bir şey olmadı. Önceleri kamp ateşi ve meşale lambaları başlayan süreç, daha sonra gaz lambaları, nihayetinde akkor lamba ile devam etti. Franklin Roosevelt’in 1936 Kırsal Alanda Elektrifikasyon Yasası hem elektrikten yoksun Amerikan çiftliklerinin % 90’ına modernite getirmek hem de halen derin buhranın etkisinde olan Amerikan ekonomisini canlandırmak için bir çabaydı. Korenin uzaydan görüntülenen gece görselleri, özellikle 38.paralel kuzeyindeki karanlık ve güneydeki parlak ışıklar ile medeniyet ile aydınlatma arasındaki ilişkiyi gösteriyor.

Şimdi ise, Science Advances’de yayınlanan yeni bir uydu görüntüsü çalışması, iyi bir şey olduğu yadsınamayacak bu gerçeği çok abartmış olabileceğimizi gösteriyor. Gezegenin karanlık yüzü her geçen gün daha da parlaklaşıyor ve bu insan, hayvan ve bir bütün olarak ekosistemin sağlığına önemli zararlar veriyor olabilir.

Küresel parıltı büyüyorsa, bunun nedeni sır değil. ABD’de ve diğer gelişmiş ülkelerin banliyölerinde yaşanan genişleme, karanlık ve sessiz arazileri kaplıyor ve Çin’de patlayan büyüme, bir zamanlar boş kırsal bölgeler olan yerlerde tamamen yeni şehirler üretiyor. Geleneksel sodyum buhar sokak lambalarından LED’lere geçiş, her yeri daha da aydınlattı, geleneksel sarı-altın kentsel aydınlatma daha parlak bir mavi-beyaza dönüştü. Ve LED’lerin getirdiği enerji verimliliği, böylece ucuz işletme maliyeti ile eskiden o kadar aydınlatma imkanı olmayan yerler de bugün tamamen aydınlatılmış durumda.

Gece parlaklığının ne kadar genişlediğini belirlemek için Potsdam’daki Geosciences Araştırma Merkezi’nden fizikçi ve ekolojist Christopher Kyba ve ekibi Amerika’nın Suomi NPP uydusunu kullanarak NASA ile ortak bir çalışma yürüttü. Hedef 2012 – 2016 yılları arasında gezegenin etrafında gece aydınlatmasını izlemek ve haritalamaktı. Bu iş gece nerelerin daha karanlık nerelerin daha aydınlık olduğunu not etmekten çok daha karmaşıktı.

Birincisi, bulut örtüsü gezegenin bazı bölümlerinin yalnızca aralıklarla görülebileceği anlamına geliyordu. Diğeri ise, geçici, istenmeyen ışıklar Batı Avrupa’da ve özellikle de Avustralya’da dört yıllık gözlem döneminde meydana gelen orman yangınları gibi bazı alanları zamanla daha koyu hale gelmiş gibi görünen sonuçlara neden olabildi. Bir de tabii ki ışığın saçılması konusu var. Şehirden kilometrelerce uzakta bile yıldızları göremememizin sebebi atmosferin bir dağıtıcı gibi davranması ve şehir aydınlatmasını dağıtarak kırsal alanı bile kaplaması.

Bu nedenle, araştırmacıların en önemli zamanı yanıltıcı verileri genel bulgularından ayırmaya ayrıldı. Nihayet sonuçları ortaya koyup analiz ettiklerinde bazı önemli veriler buldular. Dünyanın yapay olarak aydınlatılmış alanı yılda % 2.2 oranında büyüdü ve bu oran yavaşlama eğilimi göstermiyor. Sürekli aydınlatılmış arazinin payı, yani aydınlatmanın hiç kapanmadığı, örneğin iş yerleri, alışveriş veya yemek bölgelerinde olduğu gibi yerlerin oranı da yılda % 2.2 arttı. Toplam aydınlık veya aydınlığın birleştiği parlaklık yılda % 1.8 büyüdü.

Bazı nispeten küçük ama parlak ışıklı alanlar gece parlaklığına oransız katkılar yapar. Örneğin tek bir uluslararası havaalanı, Amerikanın batısındaki kasabadan 30 kat daha parlak olabilir. Zengin ülkeler, bu sürpriz değilse de yoksul ülkelerden daha fazla ışık kirliliğine katkıda bulunuyor. Gözlem dönemi boyunca bir bölgenin gayri safi yurt içi hasılasındaki % 13’lük büyümesi gece aydınlatmasında yaklaşık % 15’lik bir artışa yansıdı. Araştırmacılar bu bulguyu daha da kırarak yapay aydınlatma seviyelerinin belli bir bölgedeki kişi başı gelirinin istikrarlı bir şekilde arttıkça 2.000 USD veya daha düşük bir seviyeden 6.000 USD’na, ardından 17.000 USD’na yükseldiğini ve nihayetinde 17.000 USD’nın üzerine çıktığını gösterdi.

Bunlardan hiç biri kötü haber olmak zorunda değil. Dünyanın ne kadarının gece aydınlatıldığını gösteren aynı uydu görüntüleri yüzeyin büyük çoğunluğunun hala karanlık olduğunu gösteriyor. Yani kamaşmadan kaçmak için çok uzaklara gitmenize gerek yok. Daha aydınlık şehir ve kasabalar daha güvenli yerler demek. Ve eğer ışık zenginlik demekse, aynı tarafta olmaktan şikayetçi olmak zor.

Ama doğa bir bedel ödüyor. 2017 yılında yapılan bir çalışmada, su yollarına yakın yapay aydınlatmanın böcekleri su yüzeyinden aydınlatma kaynağına doğru çektiği ve gıda zincirlerini bozup yerel ekosistemi zayıflattığı bulundu. Bu yılki başka bir çalışma, deniz kaplumbağalarının nüfus azalması ile artan aydınlatma miktarı arasında direkt bir ilişki buldu. Yumurtadan çıkan kaplumbağalar yıldızları takip ederek denize gitmek yerine şehir ışıklarını takip ederek yırtıcı hayvanlara yem oluyorlar. Yine ay ışığı ve yıldızları takip ederek, göç eden kuşlar, ışık kirliliğişehirleri ele geçirdiğinde yanlış yönlere gidebiliyorlar. Bitki örtüsü de etkileniyor. 2016 yılında yapılan bir çalışma ağaçların normal sezonları dışında açtığını gösteriyor. Aydınlatma ile tomurcukları önceden büyümeye iterek, onları bahardan önce açarak soğuk havalara karşı savunmasız bırakıyor. Bu, meyve bahçelerini ve bitkileri de etkileyebiliyor.

Son olarak, bir de insanlar, yani bizler üzerindeki etkileri var. Amerikan Medikal Derneği bizleri özellikle mavi-beyaz LED’lerin gece kullanımı ile azalan uyku saatleri, uyku kalitesi ve gündüz performans düşüklüğü ve obezite ile ilişkisi ile ilgili uyarıyor. Daha önemlisi, bir Harvard araştırması, suni aydınlatma ile artan oranda göğüs kanserini ilişkilendirdi. Özellikle melatonin hormonunun azalması ve sirkadiyen ritmimizin bozulması ile bağlantısı var. Bu bağlantı, şimdilik sadece daha önce veya şu anda sigara içen menapoz öncesi kadınlarda görüldü ve bağlantı sıkıntı verici.

Kesinlikle kimse tüm ışıkları kapatmak istemez. İnsanlar doğayı bir sebeple terk etti. Ve geri dönülme ihtimali de artık çok zayıf. Ancak doğaya ve karanlığa biraz daha yer ayırmak, dünyayı daha sağlıklı bir yer haline getirebilir.

Haber kaynağı: http://time.com/5033099/light-pollution-heal

  tarafından yayınlandı

 

Aydınlatma, tarihsel gelişimi ve maliyetindeki değişimler...

 

 

Fotoğraf: Thinkstock

1990’lı yıllarda ekonomist Prof. William Nordhaus ışıkla ilgili, çeşitli basit deneyler yaptı. Öncelikle tarih öncesi bir teknoloji kullandı; yani bir odun ateşi yaktı. Ancak Profesör Nordhaus’un yanında aynı zamanda yüksek teknoloji bir ekipman olan Minolta ışık ölçer de vardı.

Nordhaus, yaklaşık 9 kg odunu yaktı ve ne kadar süre yandığını izledi. Daha sonra dikkatli bir şekilde yanındaki ölçüm aletiyle ateşin sönmesini ve titreşmesini kaydetti.
Daha sonraki adımı ise bir Roman gaz lambası almak oldu. Lambaya fitil taktı ve içini soğuk preslenmiş susam yağı ile doldurdu. Lambayı yaktı ve yağın yanışını gözlemledi. Sonra yine ışık metresiyle lambanın yumuşak parlaklığını ölçümledi.

Nordhaus’un 9 kilo odunla açıkta yaktığı ateş sadece 3 saat yandı. Ancak gaz lambasındaki yağ tüm gün boyunca çok daha parlak ve kontrol edilebilir şekilde yanmaya devam etti.

Bu deneyi neden yaptı?

Çünkü Nordhaus bir lambanın ekonomik açıdan belirleyiciliğini anlamak istedi. Ancak aynı zamanda ekonomistler için oldukça zor bir konuyu da aydınlatmak istemişti; enflasyonu, malların ve hizmetlerin değişen fiyatlarını takip edebilmeyi…

Bunun zorluğunu anlamak için Lizbon’dan Luanda’ya yolculuk yaptığınızda ödeyeceğiniz fiyatı düşünün. Bu mesafeye ilk kez yolculuk yapılsaydı ve bunu Portekizli kaşifler gerçekleştirseydi; muhtemelen aylarca süren epik bir sefer olurdu. Daha sonrasına bakacak olursak örneğin buhar gemisiyle bu yolculuk denenseydi mesafe birkaç gün olurdu, en nihayetinde uçakla ise büyük ihtimalle birkaç saat.
Ekonomik bir tarihçi gemiyle yapılan yolculuk fiyatına bakabilirdi ancak bir kez hava yoluulaşımı imkanı açıldığında siz hangi fiyata bakardınız?

Maliyetin ayrıştırılması

Şu unutulmamalı ki uçuş tamamen farklı bir hizmettir. Daha hızlı ve daha uygun. Daha fazla yolcunun uçmak için iki kat daha fazla para ödemeyi gözden çıkartması yani buna istekli olması durumunda; enflasyon istatistiklerinde “yolculuk masrafları aniden iki katına çıktı” gibi bir sonuca varmak mantıklı olmaz.

Bill Nordhaus’un odun ateşleri, gaz lambaları ve ışık metrelerle oynayarak enflasyon ölçme yöntemlerimizi sorgulaması da bu yüzden.

 

Fotoğraf: Istock

Nordhaus, farklı zamanlarda teknolojinin kalbi olan bir aracı aydınlatmayı kullanarak; en eski zamanlardan itibaren insanların oldukça kıymet verdiği “sadece tek bir niteliğin” maliyetini ayırmak istedi. O dönemlerde de ışık, lümenlerde ya da lümen-saatlerde ölçüldü.

Bir mum yandığında 13 lümen verir. Tipik modern bir aydınlatma lambası ise bu mum ışığından yaklaşık 100 kat daha parlaktır.

Kesinlikle pahalı

Altı gün boyunca günde 10 saat odun topladığınızı ve kırdığınızı düşünün. Bu 60 saatlik çalışma 1.000 lümen saatlik ışık üretecektir. Bu da modern bir lambanın 54 dakikayanmasıyla eş değerdir. Bunun yanında gerçekte alacağınız şey daha sönük ve titreyen bir ışıktır.

Elbette ateş yakmanın tek nedeni ışık elde etmek istememiz değil. Ateş aynı zamanda sizi sıcak tutar, yemeğinizi pişirmenizi sağlar ve vahşi hayvanlara karşı bir çeşit koruma sağlar.

Eğer sadece ışığa ihtiyacınız olsaydı ve odun ateşi de tek seçeneğiniz olsaydı; muhtemelen gün doğumuna kadar beklemeyi tercih ederdiniz.

Binlerce yıl önce Mısır ve Girit’ten mumlar; Babil’den ise gaz lambaları gibi odun ateşinden çok daha iyi seçenekler geldi.

Bu aydınlatma araçlarının ışığı çok daha sabit ve kontrol edilebilirdi. Ancak kesinlikle daha maliyetliydi. 1743 yılının Mayıs ayında Harvard Üniversitesi Başkanı Reverend Edward Holyoake, günlüğüne ev halkının 35 kilo mumun yapımı için iki gün harcadığını yazmıştı. Altı ay sonra ise Holyoake günlüğüne şu notu eklemişti: “Mumların hepsi bitti.” Üstelik mumları tükendiği dönem yaz dönemine denk geliyordu. Mumlar günümüzde temiz yanan parafin mumları da değildi. Zenginler bal mumu alabilirdi ama birçok kişi -ki buna Harvard Profesörü de dahil- kötü kokan, hayvansal yağlardan yapılmış don yağı mumları kullandı.

Bunları yapmak için hayvansal yağları ısıtmak, eritilmiş domuz yağlarının içine yeniden sokup çıkartmak gibi işlemler vardı. Bu oldukça keskin, rahatsız edici kokularla dolu ve zaman alan bir işti.

 

Fotoğraf: Dünya Tarih Arşivi/Alamy Stock

Profesör Nordhaus’un araştırmasına göre; yılda bir haftayı 60 saat boyunca mum yapmak için feda ederseniz bu her akşam size sadece 20 dakika tek bir mum yakabilme imkanı verecekti. Elbette 18. ve 19. yy’da işler biraz daha gelişmiş durumdaydı. Mumlar spermaceti adı verilen ölü Sperm Balinaları’ndan elde edilen sütlü-yağlı bir topaktan yapılıyordu.

Bu mumların pazarının kurucusu Amerikalı Ben Franklin, onların verdiği sert, beyaz ışığı sevdi. Mumların sıcak suda bile erimeden elle tutulabilmesi ve uzun süre yanması da ona göre önemli avantajlardı.

İleriye doğru büyük bir atılım

Bu yeni beyaz mumlar memnun edici ve aynı zamanda pahalıydı. George Washington, geceleri beş saat boyunca tek bir spermaceti yakmanın £8’a mal olacağını hesaplamıştı. Yani bugünün parasıyla 1000 dolara…

20-30 yıl sonra, gaz ve gaz yağı lambaları fiyatların düşmesine neden oldu. Ayrıca Sperm Balinaları’nın soylarının tükenmesinin engellenmesi için de bu aydınlatma araçları önemli rol oynadı. Ancak bunlar dahi pahalı bir mücadeleydi. Ayrıca onlar da damlıyor, kokuyor ve başka şeylerin de alev almasına neden olabiliyorlardı. İşte tüm bu güçlüklerden sonra bir şey değişti. Bu değişimin adı “lamba” idi.

 

Fotoğraf: Getty Images

1900’lere kadar Thomas Edison’ın karbon filamanlı lambaları insanlara 10 gün boyunca parlak ve devamlı aydınlanma sağladı. Üstelik bu lambalar bir mumdan 100 kat daha parlaktı. 1920’lere kadar bu kez bir haftada 60 saatlik çalışma tungsten filaman lambaların beş ay boyunca devamlı yanması için yeterliydi. 1990’larda bu süre 10 yıla kadar çıktı. Bundan birkaç yıl sonra ise, flüoresan lambaların sayesinde bu süre beş kat daha fazlaydı.

Yenilik İkonu

Kısacası bir zamanlar 54 dakikalık bir aydınlatma için ihtiyaç duyulan iş gücü bugün 52 yıllık kaliteli aydınlatma elde etmeye yetiyor. Ayrıca modern LED lambalar gittikçe daha da ucuzluyor. Bir lambayı bir saat boyunca kapatmak ise atalarımızın bir haftada ancak elde edebilecekleri bir tasarruf yapmanız anlamına geliyor. Benjamin Franklin’in çağdaş dönem versiyonları için ise bu süre tüm öğleden sonraya denk. Ancak bugünün zengin endüstriyel ekonomisinde; birisi bu aydınlatmayı alabilmek için gereken parayı saliselerle bile kazanabilir. Elbette şimdinin lambaları temiz, güvenli ve konforlu. Titreşim yok, kokmuyorlar ya da tutuşma riskleri bulunmuyor.

 

Fotoğraf: Istock

 Lambalar, bir çeşit yenilik simgesi. Toplumları çalışabilecekleri, okuyabilecekleri, dikiş dikebilecekleri, oyun oynayabilecekleri yerlere dönüştürdüler. Üstelik insanlar tüm bunları karanlığın çökmesine aldırmadan istedikleri saatte yapabiliyorlar. Işığın sadece kendi başına maliyeti aslında bize büyüleyici bir hikayeyi de anlatıyor: Resmi enflasyon istatististiklerinin öngördüğü orandan çok daha hızlı bir şekilde 500,000 faktöre kadar düşüş bulunuyor. Yani eskiden kullanmak için çok değerli olan bir şey artık fark edilemeyecek kadar ucuz.

Haber: Tim Harford/ BBC World Service
Haber kaynağı: http://www.bbc.com/news/business-38650976

PLD TÜRKİYE

 

Geceleri bile elektrik üretebilen alternatif enerji sistemi: Cam küreler...

Camkure2

Güneş panelleri şık görünmemeleri, takip sistemine geçildiğinde başka sorunlarla karşılaşılması, verimsiz ve pahalı olmaları sebebiyle eleştiri hedefi olabiliyorlar.

Tüm bu sorunların üstesinden gelmeyi hedefleyen yeni bir güneş elektrik üreteci farklılığıyla dikkatleri çekiyor. Cihaz; verimli, estetik ve geceleri bile çalışabiliyor.

 

Camkure

Dört yıl önce güneş enerjisini daha verimli, daha ucuz ve herkes için her yerde kullanılabilir hale getirmeyi hedefleyerek yola çıkan Alman mimar André Broessel, küre için “Kendi kendini idare eden bir ürün tasarlıyoruz. Bulutlu günlerde bile ışığı yoğunlaştırabilecek, dünyanın neresinde olursanız olun, elektrik üretebilecek bir ürün. Bedava enerji” diyor.

Su ile doldurulan küre, güneş ışınlarını 10 bin kere büyütüyor; böylece bulutlu günlerde güneşten, geceleri ise aydan bile enerji sağlanmasını sağlıyor. Küçük fotovoltaik paneller, kürenin altında yer alıyor. Dolayısıyla, büyütülen ışınlar bu küçük panellerin üzerine düşüyor. Basitçe özetlenirse: Ekseni etrafında dönebilen küre enerjiyi güneşten alıp, küçük güneş panellerinin üzerinde yoğunlaştırıyor. Kürenin merceği, küçük bir odak noktasına ışığı yoğunlaştırabiliyor ya da yayabiliyor. Bu sayede hem verim sağlanıyor hem de fotovoltaikler için daha az malzeme kullanılıyor ve ürün daha sürdürülebilir hale geliyor. “Cihazdaki hava durumu takip sistemi sayesinde, kötü hava koşullarının da cihaz üzerinde etkisi yok” diyor Broessel ve “Güneşten daha fazla faydalanabileceğiz” diye de ekliyor.

 

Camkure3

Ayın ve Güneş’in sürekli hareket halinde oldukları düşünülürse, takip mekanizması olan fotovoltaiklerin önemi fark edilir. Bu sebeple sık kullanılan sabit yerleştirilen fotovoltaik paneller yerine, takılan mikro-takip sistemi ile cihazın güneşi takibi sağlanır. Bu sistem, verimi tipik sabit güneş panellerine göre, yüzde 70’e kadar arttırabilir.

Ekip, binalarda normal cam kullanmak yerine, çoklu merceklerin yerleştirildiği pencereleri de test ediyor ve geleceğin gökdelenleri için de “Gökdelenler, küre mercekler yardımıyla güneş ışınlarını süper yoğunlaşmış olarak dışarıdan içeriye alacak ve elektriklerini sağlayacaklar” diye düşünüyor.

Dubai’deki Burj Khalifa’nın güney cephesinin sadece dörtte birinin bu şekilde kaplanması durumunda, bu yüzey yılda 16,4 GW saat elektrik üretilebilir. Bu şu demek; tüm kuleninelektrik ihtiyacı karşılanır, üstelik enerjinin yüzde 60’ı da artar. Broessel’nin hesaplamalarına göre, bu miktar Dubai’nin elektrik şebekesine eklenirse yılda 1,2 milyon dolar kazanç sağlanır. Bir başka deyişle, üretilen elektrik NewYork gibi bir şehri, tek başına birkaç saat elektriklendirmeye yetebiliyor.

  tarafından yayınlan


PAYLAŞ

Yorumlar

  • Ziyaretçi

    2017-08-15 19:45:00

    Önce hepiniz çok kıymetli ve değerli insanlarsınız. Bu denli kaliteli toplumun olduğu yerde her zaman kalite var demektir. Başarınızın devamını dilerim.

Bir yorum bırakın

Yorumunuz incelendikten sonra yayınlanacaktır*